Tebliğ ile düzenlenen konular
arasında borca batık olma kriterleri,
sermaye kaybı ve finansal tablolar bulunuyor. Tebliğ'in 5. maddesine göre, Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni
yedek akçeler toplamının en az yarısının ya da üçte ikisinin zarar sebebiyle
karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde genel kurul hemen toplantıya
çağrılacaktır.
Şirketin borca batık durumda
bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem
işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden
bir ara bilanço çıkartılacaktır. Bu bilanço neticesinde aktiflerin şirket
alacaklarını karşılamaya yetmediğine karar verilmesi ve genel kurulun sermaye
azaltımı, artırımı yahut tamamlanması yönünde tedbir almaması halinde yönetim
organı şirketin iflası için mahkemeye başvuracaktır. Tebliğ'in bu maddesi ile
TTK M. 376’nın 1. ve 2. fıkralarından daha geniş bir düzenleme yapıldığı
görülmektedir. Zira TTK M. 376’nın 2.
fıkrasında sermayenin sadece 1/3'ü ile yetinme ya da tamamlanmasına karar
verilmemesi halinde şirketin sona ereceği yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Halbuki Tebliğ'de sermaye azaltımı imkânı da sunulmuş olduğu görülmektedir.
Tebliğde ayrıca son dönemde tüm
şirketleri yakından ilgilendiren kur dalgalanmalarına ilişkin bir ara çözüme de
yer verilmiştir. Geçici madde 1
uyarınca 1/1/2023 tarihine kadar,
TTK M. 376 kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin
yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden
doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilecektir.
Temel ilkeleri esasen tam da açık
olmayan kavramlarının doğru uygulanması için daha keskin hatlarla ortaya
konulması gereken 376 madde kapsamı ile ilgili yapılan bu açıklama da, bazı
noktaları ile tartışmalı ve üniter olmayan sonuçlara sebep verecek bir
düzenleme gibi görünüyor.
Yukarda kısaca önemli hatlarına
değindiğimiz düzenleme ile ilgili olarak TÜRMOB
tarafından hazırlanan makaleyi dikkatinize sunuyoruz.
Türk Ticaret Kanununun 376.
Maddesinin Uygulanması
Ticaret Bakanlığı tarafından 15
Eylül 2018 tarih ve 30536 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan “6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 376’ncı Maddesinin
Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ” ile anonim ve limited şirketler
ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376’ncı maddesi kapsamında
sermayenin kaybı veya borca batık olma durumlarında uyulacak usul ve esasları düzenlemek
amaçlanmıştır.
Tebliğ genel olarak
incelendiğinde esasen TTK m.376 hükmünün
genişletilmiş bir tekrarından ibaret olduğu, yegâne özgün hükmünün de geçici 1.
maddesinde yer aldığı görülmektedir. Bu hükümde de TTK 376. madde kapsamında
sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda,
henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı
zararlarının dikkate alınmayabileceği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Amaç, kapsam ve dayanak
maddelerini takiben Tebliğin hükümleri sırasıyla incelendiğinde de şu
düzenlemelere rastlanmaktadır:
Tebliğin 4. maddesi tanımlara ilişkindir. Bilindik tanımlar
arasında (f) bendinde “serbest yedek akçe” tanımında şirket sözleşmesi gereği
ayrılmış olan yedek akçelerin tamamen serbest yedek akçe dışında kalacağı
şeklinde bir lafza yer verilmiş olması eleştiriye açıktır. Bu kapsamda
esas sözleşme ile şirketin TTK m.521 hükmüne göre ayırabileceği isteğe
bağlı (ihtiyari) yedek akçelerin (belli bir amaca da özgülenmediği takdirde)
neden serbest yedek akçe sayılmayacağı anlaşılamamaktadır.
Tebliğin 5 ila 11. maddeleri TTK m. 376 hükmünün birinci ve ikinci
fıkralarındaki sermaye ve kanuni yedek akçeler toplamının belli oranlarda kaybı
halinde yapılacak işlemler ve alınacak tedbirlere ilişkin olup, eksik bir
şekilde “sermaye kaybı” olarak başlıklandırılmıştır.
Tebliğin 12.maddesi borca batık olma durumunu, diğer bir
ifade ile TTK m.376 üçüncü fıkra hükmünün bir kısmını düzenlemekte olup, üçüncü
bölüm başlığı “sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının tamamının
karşılıksız kalması” şeklinde seçilmiştir. Ancak bu başlığın her zaman doğrudan
TTKm.376/3’te düzenlenmiş bulunan borca batıklık durumu ile özdeş olup
olmayacağı da tartışmaya açıktır.
Tebliğin dördüncü bölümü de ortak ve son hükümler hakkındadır.
Söz konusu bölümlerdeki ilgili
maddeler sırasıyla aşağıda ele alınmaktadır.
5. madde “genel kurulun toplantıya çağrılması”
başlığını taşımakta olup, TTK m.376 birinci ve ikinci fıkra hükümleri,
birleştirilerek bir düzenleme yapılmaya çalışılmıştır. Ancak iki fıkraya
ilişkin farklılıklar Tebliğin takip eden maddelerinde düzenlenmeye gayret
edilmiştir.
5. madde hükmü şu şekildedir:
“MADDE 5 – (1) Son yıllık
bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının ya da
üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde yönetim
organı, genel kurulu hemen toplantıya çağırır. Genel kurulun gündem maddeleri
arasında, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının karşılıksız kaldığı
belirtilir.
(2) Sermaye ile kanuni yedek
akçeler toplamının en az yarısının ya da üçte ikisinin zarar sebebiyle
karşılıksız kaldığı durumlarda farklı bir gündem ile toplantıya çağrılmış olsa
dahi bu husus genel kurulda görüşülür.”
6. madde “sermaye ile kanuni yedek
akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması halinde genel
kurul” başlığını taşımakta olup hüküm şu şekildedir.
“MADDE 6 – (1) Sermaye ile kanuni
yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kalması halinde yönetim
organı, bu genel kurula uygun gördüğü iyileştirici önlemleri sunar.
(2) Yönetim organı, son bilançoyu
genel kurula sunarak şirketin finansal yönden bulunduğu durumu bütün
açıklığıyla ve her ortağın anlayabileceği şekilde anlatır. Bu hususta genel
kurula rapor da sunulabilir.
(3) Yönetim organı, şirketin mali
durumundaki kötüleşmeyi ortadan kaldırmak veya en azından etkilerini
hafifletmek amacıyla, uygun gördüğü sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı,
bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da küçültülmesi,
iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi iyileştirici
önlemleri alternatifli ve karşılaştırmalı olarak aynı genel kurula sunar ve
açıklar.
(4) Genel kurul, sunulan
iyileştirici önlemleri aynen kabul edebileceği gibi değiştirerek de kabul
edebilir ya da sunulan önlemler dışında başka bir önlemin uygulanmasına karar
verebilir.”
Maddede özellikle dikkat çeken
husus üçüncü fıkrasında yer alan yönetim kurulunun sunacağı ve genel kurulun
uygun göreceği iyileştirici önlem örnekleridir (sermayenin tamamlanması,
sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin kapatılması ya da
küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi gibi).
Tebliğin 7.maddesi “sermaye ile kanuni yedek akçeler
toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız kalması halinde
genel kurul” başlığını taşımaktadır. Hüküm TTK m.376/2 hakkında alınacak
tedbirlere ilişkindir:
“MADDE 7 – (1)
Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin zarar sebebiyle
karşılıksız kalması halinde, toplantıya çağrılan genel kurul;
a) Sermayenin üçte biri ile
yetinilmesine ve Kanunun 473 ilâ 475 inci maddelerine göre sermaye azaltımı
yapılmasına,
b) Sermayenin tamamlanmasına,
c) Sermayenin artırılmasına karar
verebilir.”
Takip eden maddelerde de bu
tedbirler düzenlenmiştir.
İlk tedbir 8.maddede düzenlenmiş bulunan sermayenin
azaltılması hakkındadır. Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 8 – (1) Sermaye ile kanuni
yedek akçeler toplamının en az üçte ikisi zarar sebebiyle karşılıksız
kalan şirketin genel kurulu, sermayenin üçte biriyle yetinmeye karar verdiği
takdirde sermaye azaltımı Kanunu 473 ilâ 475 inci maddelerine göre
yapılır.
(2) Bu madde kapsamında yapılacak
sermaye azaltımında yönetim organı, alacaklıları çağırmaktan ve bunların haklarının
ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebilir.”
Maddenin ikinci fıkrasında
yönetim organının sermaye azaltımında alacaklıları çağırmaktan ve bunların
haklarının ödenmesinden veya teminat altına alınmasından vazgeçebileceğine dair
TTK’da olmayan bir hükme yer verilmiştir. Böyle bir hüküm getirilmesinde
Bakanlığın TTK m.210 kapsamında yetkisinin olup olmadığı da tartışmaya açıktır.
Tebliğin 9. maddesi bir diğer tedbire ilişkin olarak,
“sermayenin tamamlanması” hakkında olup hüküm şu şekildedir:
“MADDE 9 – (1) Sermayenin
tamamlanması, bilânço açıklarının ortakların tamamı veya bazı ortaklar
tarafından kapatılmasıdır. Kanuni yedek akçelerin yitirilen kısımlarının
tamamlanmasına gerek yoktur. Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde
her ortak zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı
vermekle yükümlüdür. Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve
verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi
niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte
yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez. (2)
Sermayenin tamamlanmasında, anonim ve sermayesi paylara bölünmüş komandit
şirketler bakımından Kanunun 421’inci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi,
limited şirketler bakımından ise 603 ve devamı maddeleri uygulanır.
Sermayenin tamamlanamaması, bazı ortakların kendi istekleriyle tamamlama
yapmasına engel oluşturmaz.
(3) Bilanço zararlarının
kapatılması için getirilen yükümlülükler uyarınca yapılan ödemeler
özkaynaklar içerisinde sermaye tamamlama fonu hesabında toplanır ve takip
edilir”
Maddeye göre sermayenin
tamamlanması, bilanço açıklarının ortakların tamamı veya bazı ortaklar
tarafından kapatılmasıdır. Maddeye göre kanuni yedek akçelerin yitirilen
kısımlarının tamamlanmasına gerek yoktur. Esasen TTK m.519/1 hükmü kapsamında
kanuni genel sınırın altına düşülse de, takip eden yıl bakımından yıllık kar
var ise, kanuni yedek akçenin ayrılması yükümlülüğü söz konusu olacaktır. Madde
doğru bir şekilde, “Sermayenin tamamlanmasına karar verilmesi halinde her ortak
zarar sebebiyle karşılıksız kalan tutarı kapatacak miktarda parayı vermekle
yükümlüdür. Her ortak, payı oranında tamamlamaya katılabilir ve verdiğini geri
alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya borç verilmesi niteliğinde
olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler, gelecekte yapılacak sermaye
artırımına mahsuben bir avans olarak nitelendirilmez.” hükmünü içermekle
birlikte, ilk cümlesinde yer alan “ortakların tamamı veya bazı ortaklar”
ifadesi hatalı değerlendirmelere yol açabilecek niteliktedir. Bir kere
sermayenin tamamlanmasına TTK m. 376 hükmüne göre genel kurul karar vereceğine
göre, genel kurul bu yönde karar verdiği takdirde her ortak için sermayeyi
kendi payı oranında tamamlama yükümlülüğü ortaya çıkacaktır. Bu kapsamda, bazı
ortakların bu yükümlülüğe katılabileceği diğer bir kısım katılmayabileceği
anlamına gelebilecek bir ibare oldukça hatalıdır. Özellikle bu yükümlülüğe
katılmayan, katılamayan, katılmak istemeyen ya da karşı çıkan ortak/ortaklar
için sanki böyle bir yükümlülükten bahsetmenin mümkün olamayacağı anlamı ortaya
çıkmaktadır. Oysa Tebliğ 9. maddedeki ikinci fıkrasının son cümlesinde,
“Sermayenin tamamlanamaması, bazı ortakların kendi istekleriyle tamamlama yapmasına
engel oluşturmaz” hükmüne yer vererek, aslında, her ortağın da bu tamamlamayı
yapabilmesinin şirket için yararlı olabileceğini ifade etmek istemektedir.
Ancak üçüncü fıkranın bu ifadesi, ikinci fıkra ile çelişki olarak
algılanabilecektir. Bu durumda sermayeyi tamamlamak üzere kendisinde yükümlülük
hisseden ortak ya da ortaklar payı oranında (hatta bu ifade karşısında, pay
oranını da aşarak) tamamlamaya katılmış olduğu halde, ikinci fıkraya göre
tamamlamaya katılmayan ortaklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmedikleri
için, yükümlülüklerini yerine getirmiş ortak/ortaklar gibi, tabii olarak, en
azından şirket bakımından bir talep hakkı bahşetmeli; aksi takdirde yükümlülüğe
aykırı hareketten dolayı ortaya çıkan zararın tazmini gündeme gelebilmelidir.
Esasen böyle bir karar anonim ve
paylı komandit şirketler bakımından, Tebliğin 9. maddesinin ikinci fıkrasında
belirtildiği üzere, genel kurulda TTK m.421/2/a hükmüne göre ancak oybirliği
ile alınabilecektir. Gerçi bu da tartışmaya açık bir husustur. Zira TTK m.421
hükmü anonim şirket esas sözleşme değişikliklerinde uygulanacak m.418 hükmüne
göre ağırlaştırılmış nisapları içeren düzenlemedir. Ancak dikkat edilmesi
gereken husus, sermaye tamamlanması işleminde şirket esas sözleşmesinin
değiştirilmesine gerek bulunmamasıdır. Zira genel kurul burada sadece eksilen
kısmın tamamlanmasına karar verecektir. Dolayısıyla esas sözleşmede yazan
sermaye rakamının değişikliği (bu manada da esas sözleşme değişikliği) söz
konusu olmayacaktır (sermaye rakamında bir değişiklik olacak ise o takdirde
sermayenin azaltılması ve/veya sermaye artırımı gündeme gelecektir). Ancak
böyle bir durumun her bir ortağa yükümlülük ya da ikincil yükümlülük getireceği
ortada olduğundan, esas sözleşme değişikliğini gerektirmese de genel kurulda
sermayenin tamamlanması kararının TTK m.418 hükmüne göre değil, kıyasen TTK
m.421/2/a hükmü kapsamında oybirliği ile alınması uygun olacaktır. Bu yönde
Tebliğin bu hükmünün doğru olduğu ifade edilebilir. Ancak Tebliğ limited
şirketler için TTK m.603 ve devamı hükümlerin, dolayısıyla ek ödeme yükümüne
ilişkin hükümlerin uygulanacağını düzenlemektedir. Bu hüküm hatalıdır. Zira
limited şirketlerde ek ödeme yükümü TTK m.603/1 hükmünün açık lafzı karşısında
ancak şirket sözleşmesiyle öngörülebilir. TTK m.603/1/a hükmüne göre şirket
esas sözleşmesi ile kanuni yedek akçeler toplamının şirketin zararını
karşılayamaması (kural olarak borca batıklık) halinde ek ödeme yükümünün
ortaklardan istenebilmesi için limited şirketin şirket sözleşmesinde bir
düzenleme olması ve TTK m.603/3 hükmüne göre şirket sözleşmesinde ancak esas
sermaye payını esas alan belirli bir tutar olarak öngörülebilmesi mümkündür.
Uygulamada çoğu limited şirketin şirket sözleşmesinde ek ödeme yükümüne ilişkin
bir hüküm bulunmayabileceği düşünüldüğünde o takdirde limited şirketlerde
sermaye tamamlanması yoluna gidilemeyecek midir? Cevap tabii ki gidilebileceği
yönündedir. Zira limited şirketlerde TTK m.376’nın muadili, TTK m.633 olup, bir
atıf hükmü niteliği taşımaktadır. TTK m.633 şöyledir: “MADDE 633- (1) Esas
sermayenin kaybı ya da borca batık olma hâllerinde anonim şirketlere ilişkin
ilgili hükümler kıyas yoluyla uygulanır. Ek ödeme yükümlülüğü hakkındaki
hükümler saklıdır.” Bu hükümden anlaşıldığı üzere herhangi bir limited şirketin
şirket sözleşmesinde ek ödeme yükümlülüğüne dair TTK m.603 vd. hükümlerine
uygun bir düzenleme yoksa, o takdirde kıyasen TTK m.376 hükümleri
uygulanacaktır. Bu durumda yukarıda anonim şirketler için yapılan değerlendirme
geçerli olacak ve limited şirket ortaklarının da kıyasen TTK m.421/2/a
hükmüne göre, oybirliği ile sermayenin tamamlanması yönünde genel kurul kararı
almaları, bu durumda ortaya çıkan yükümlülüğün tüm ortakları kapsaması
gerekeceği; hiç kuşkusuz Tebliğde belirtildiği üzere bazı ortak veya ortaklarca
da bu sermayenin tamamlanması yoluna gidilebileceği; tüm ortaklarca bu
yükümlülüğün payları oranında yerine getirilmesi halinde Tebliğin ikinci
fıkrasında belirtilmiş olan esasların (Her ortak, payı oranında tamamlamaya
katılabilir ve verdiğini geri alamaz. Bu yükümlülük, sermaye konulması veya
borç verilmesi niteliğinde olmayıp karşılıksızdır. Ayrıca yapılan ödemeler,
gelecekte yapılacak sermaye artırımına mahsuben bir avans olarak
nitelendirilmez.) geçerli olacağını kabul etmek yerinde olacaktır.
Tebliğin 10.maddesinde “sermaye artırılması” başlığı altında
söz konusu tedbir öngörülmüştür. Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 10 – (1) Genel kurul
tarafından;
a) Sermayenin zarar sonucu ortaya
çıkan kayıp kadar azaltılması ile birlikte eş zamanlı olarak istenilen tutarda
artırımına karar verilebilir. Sermayenin azaltılması işlemi ile birlikte eş
zamanlı sermaye artırımında artırılan sermayenin en az dörtte birinin ödenmesi
şarttır.
b) Sermayenin zarar sonucu ortaya
çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar
verilebilir. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında sermayenin en az yarısını
karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi zorunludur.”
Maddede iki ayrı sermaye artırımı
yolu gösterilmektedir. İlki TTK m.473’ün birinci fıkrasında, “Bir anonim şirket
sermayesini azaltarak, azaltılan kısmın yerine geçmek üzere bedelleri tamamen
ödenecek yeni paylar çıkarmıyorsa, …” şeklindeki hükümden hareketle sermayenin,
zarar sonucu ortaya çıkan kayıp kadar azaltılması ile birlikte eş zamanlı
olarak istenilen tutarda (bedelleri tamamen ödenecek yeni paylar çıkarılarak)
artırımına karar verilmesi halidir. Bu durumda sermayenin azaltılması işlemi
ile birlikte eş zamanlı sermaye artırımında artırılan sermayenin en az dörtte
birinin ödenmesinin şart olduğu hükme bağlanmıştır.
Maddenin ikinci bendi ise sermayenin zarar sonucu ortaya
çıkan kayıp kadar azaltılması yoluna gidilmeden sermaye artırımına karar
verilebileceği hakkındadır. Bu şekilde yapılacak sermaye artırımında,
sermayenin en az yarısını karşılayacak tutarın tescilden önce ödenmesi
zorunluluğu öngörülmüştür.
Maddenin her iki fıkrası arasında
asgari sermaye borcu ödeme yükümlülüğü bakımından yaratılmış olan farkın TTK
açısından kanuni dayanağını tam olarak tespit edebilmek mümkün olmasada, (b)
bendinde düzenlenmiş olan sermaye artırımının, ortaya çıkmış zararı kapatacak
düzeyde olmasının yanı sıra şirketin faaliyetine devamını sağlayacak niteliği
haiz olmasının da gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Tebliğin 11. maddesi genel kurulun gerekli tedbirlerden
birini almaması hakkındaki TTK m.376/2 hükmüne ilişkindir. Kanun bu konuda,
şirketin kendiliğinden sona ereceğini düzenlemektedir. Tebliğ hükmü ise
şöyledir:
“MADDE 11 – (1) Sermaye ile
kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zarar sebebiyle karşılıksız
kalması halinde genel kurulun, 7’nci maddede belirtilen tedbirlerden birine
karar vermemesi halinde şirket kendiliğinden sona erer. Bu şekilde sona eren
şirketin tasfiye işlemleri, Kanunun 536’ncı ve devamı maddelerine göre
yürütülür.”
Böyle bir durumda her bir ortak
kendiliğinden sona ermenin (infisahın) tespiti davası açabilecektir. Hatta
şirket alacaklıları ve menfaati olan herkesin bu davayı açabileceği öğretide
kabul edilmektedir. TTK m.376/2 hükmü hakkındaki, Tebliğin söz konusu 11.maddesinden
hareketle yönetim organının ilgili şirkette, genel kurulun söz konusu
tedbirlere ilişkin bir karar almamış olması halinde, şirketin organı olduğu
için kendine böyle bir görevin Kanun ve dolayısıyla Tebliğ gereğince verilmiş
olduğunu kabul ederek, tasfiye işlemlerini başlatabilmesi düşünülebilecektir.
Ancak ilgili şirkette yönetim organı, organ olarak bu yönde bir karar alıp
harekete geçemediği ya da geçmediği takdirde, her bir üyenin, şahsi
sorumluluğunun muhtemelen doğabileceği gerekçesiyle şirketin infisahının
tespitini dava edebilmesi söz konusu olabilecektir.
Tebliğin üçüncü bölümünde yer
alan 12. madde TTK m.376/3 hükmünün bir
kısmını, borca batık olma durumunu düzenlemektedir (Tebliğde TTK m.376/3’te yer
alan, iflası önleyici alacaklı sırasının değiştirilebilmesine dair tedbir
düzenlemesi hakkında bir hüküm yer almamaktadır). Hüküm şu şekildedir:
“MADDE 12 – (1) Borca batık olma
durumu, şirketin aktiflerinin borçlarını karşılayamaması halidir.
(2) Borca batık durumda olmanın
işaretleri, yıllık ve ara dönem finansal tablolardan, denetime tabi şirketlerde
denetim raporlarından, erken teşhis komitesinin raporlarından, yönetim
organının belirlemelerinden ortaya çıkabilir.
(3) Şirketin borca batık durumda
bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim organı, aktiflerin hem
işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden
bir ara bilanço çıkartır.
(4) Yönetim organı, hem
işletmenin devamlılığı esasına hem de aktiflerin muhtemel satış değerlerine
göre çıkarılan ara bilânço üzerinden aktiflerin şirket alacaklarını karşılamaya
yetmediğine karar vermesi ve 7’nci maddede belirtilen tedbirleri almaması
halinde şirketin iflası için mahkemeye başvurur.”
Madde esas itibariyle TTK
m.376/3’teki esasların tekrarından ibarettir. Yapılan yegane ekleme, Tebliğin
7. maddesinde düzenlenmiş bulunan (kural olarak TTK m.376/2 için öngörülmüş
bulunan) tedbirlerin bu ihtimal açısından da alınabilecek olmasıdır. Bu durumda
alınacak tedbirlerin borca batıklığı giderecek düzeyde olması gerekliliği
ortadadır.
Tebliğin son bölümünde şirketin sermaye kaybı ve borca
batıklığının tespitinde esas alınacak finansal tablolar (m.13) ve sermayenin
kaybı veya borca batık olma durumlarında birleşmeye katılma imkanı
düzenlenmiş; bir de geçici maddeye yer verilmiştir.
Esas alınacak finansal tablolar
hakkındaki 13. madde şu şekildedir:
“MADDE 13 – (1) Şirketlerin
sermaye kaybı veya borca batık olma durumları, Kanunun 88 inci maddesine göre
hazırlanacak finansal tablolar esas alınarak belirlenir. Finansal tabloların
düzenlenmesinde ihtiyari olarak Türkiye Muhasebe Standartlarının uygulanmasının
tercih edilmesi halinde, bahsi geçen durum bu şekilde hazırlanan finansal
tablolar üzerinden değerlendirilir.”
Değerlendirmenin Vergi Usul
Kanununa (VUK) ya da Türkiye Muhasebe Standartlarına göre hazırlanmış finansal
tablolar ele alınarak yapılacağı anlaşılmaktadır. Şirket hangi standart
uygulamasına tabi ise ona göre hazırlanmış finansal tablolar kullanılacaktır.
Sermayenin kaybı veya borca batık
olma durumlarında birleşmeye katılmaya ilişkin m.14 hükmü de
şu şekildedir:
“MADDE 14 – (1) Sermaye kaybı
veya borca batık durumda olan bir şirket, kaybolan sermayeyi karşılayabilecek
tutarda serbestçe tasarruf edilebilen özvarlığa sahip bulunan bir şirket ile
birleşebilir.
(2) Birleşmeye taraf olan bir
şirketin, sermayesiyle kanuni yedek akçeleri kaybolmuş veya borca batık durumda
olması halinde; birleşmeye taraf olan diğer şirketin kaybolan sermayeyi veya
borca batıklık durumunu karşılayacak miktarda serbestçe tasarruf edebileceği
özvarlığa sahip bulunduğu ve buna ilişkin tutarların, hesap şekli de
gösterilerek doğrulandığı veya belirtilen durumların mevcut olmadığının
doğrulandığı yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu
ile ortaya konulur. Devrolunan şirketlerin denetime tabi olması halinde bu
rapor, denetime tabi şirketin denetçisi tarafından da hazırlanabilir.”
Madde TTK m .139 hükmüne uygun
bir düzenlemedir.
Tebliğin en ilgi çekici
hükmü Geçici
1.maddesidir. Hüküm şu şekildedir:
“GEÇİCİ MADDE 1 – (1) 1/1/2023
tarihine kadar, Kanunun 376’ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca
batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı
para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilir.”
Maddede geçen kur farkı zararlarının sermayeyi azaltıcı rolü dikkate
alındığında, VUK’a ya da TMS’ye göre hazırlanacak finansal tablolar bakımından
kur farkından doğan zararların dikkate alınmayabileceği düzenlenerek, kur farkı
zararları söz konusu olduğunda, bu yolla sermayenin kaybı ve borca batıklık
ihtimallerinin önüne geçilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ancak geçici madde bir
zorunluluk getirmemekte olup takdir yetkisini şirketlere bırakmaktadır. Bu
uygulamanın TTK’ya ve finansal tabloların hazırlanması bakımından muhasebe
standartlarında özellikle kur farklarına ilişkin uygulamalara prensip olarak
aykırı olacağı açıktır. Zira bu uygulamada finansal tablolar gerçeği
yansıtmayacaktır. Bu durumun TTK m.515’te düzenlenmiş olan “dürüst resim
ilkesi”ne de açık bir aykırılık oluşturacağını da ayrıca söylemeye bile gerek
bulunmamaktadır. Tebliğ hükmüne göre, söz konusu aykırı uygulama ile sistem
dışına çıkılması, uzatılmadığı takdirde ancak 1/1/2023 tarihine kadar söz
konusu olabilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder